Merhaba sevgili kadınlar. Bugün de gözlerimizi yeni bir güne açtık. Kimimiz işe gidiyor kimimiz ise işsiz, belki de işten atılmamışızdır (sonuçta işten atmalar yasak!) ama ücretsiz izne çıkarılmışızdır. Evden çalışıyor olabiliriz belki, hani şu mesai saatleri belli olmayan çalışma biçimi var ya ondan bahsediyorum evet. Ya da evde çocuk bakıyoruzdur, elbette hem evden çalışıp hem de çocuklarla ilgileniyor olabiliriz. Çocuğun uzaktan eğitimi nedeniyle bilgisayar konusunda bir deha olmuş olabiliriz, neden olmasın? Yemek, ev temizliği ve dahasını saymıyoruz.
İşe gitmek demişken, özel araçla işine giden varsa ne şanslı, tıklım tıklım otobüslere, minibüslere binmiyorsa. Ha gerçi geçenlerde çok doluysa binmeyin dediler, herhalde bizim patronlara da söylemişlerdir bunu eminiz anlayış göstereceklerdir. Fabrikalarda, atölyelerde çalışma koşulları mı? Onlar elbette iyi aksi mümkün mü hiç?
Belki de daha iş yaşamına atılmamışızdır, henüz daha asgari ihtiyaçlarımız için sömürünün doruğunu yaşamamışızdır. Okula gidiyoruzdur ya da uzaktan eğitim görüyoruzdur; görebiliyor muyuz orası ayrı tabi. İnterneti, tableti, faturası...
Bir kadınsan hayatının her yanı baskı, yaşamına müdahale, güvensizlik ve şiddetle çepeçevre. Kadınların öldürüldüğü, şiddete-tacize-tecavüze uğradığı, kanunların tecavüzcüleri koruduğu bu sistemde kendimizi ne kadar güvende hissediyoruz?
Kimimiz televizyon kanallarından kimimiz telefonlarımızda yüklü sosyal medya hesaplarımızdan haberlere bakıyoruz. Her gün kadınların öldürüldüğü, şiddete, tecavüze uğradığı, ekonomik krizin giderek derinleştiği, işsizliğin ve sefaletin çığ gibi büyüdüğü, askıda ekmek kampanyalarının bir lütuf gibi önümüze sunulduğu,evimize ekmek götüremiyoruz demenin abartılı bulunup keyif çayı içmemizin tembihlendiği bir dünyayı her gün ve her gün yaşıyoruz, bunu yaşamak zorunda bırakılıyoruz.
Faşizmin saldırıları ile nefes alamaz duruma getirilmek isteniyoruz. İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması tartışmaları, eve kapanmanın ve dolayısıyla ev içi şiddetin çığ gibi büyümesi, kadınların öldürülmesi, şiddete-tacize-tecavüze uğraması, tecavüzcülerin devlet tarafından korunması, kıdem tazminatımıza el uzatılması, grevlerimizin devletin güvenliği zedelediği gerekçesiyle keyfi olarak yasaklanması, işten çıkarmalar yasaklandı denilerek ne kadar süreceği belli olmayan ücretsiz izinlere ayrılmamız, ne eğitim ne de sağlık hakkından yararlanabiliyor oluşumuz... Belki de sayfalar dolusu yazabileceğimiz eşitsiz yaşam koşulları ve bütün bunların pandemiyle birlikte derinleşmesi…
Bu sorunları yaşayan milyonlarca kadınız. Gencinden yaşlısına, işçisinden beyaz yakalısına, tüm yaşamımızı harcamamıza rağmen en temel ihtiyaçlarımızı bile karşılayamıyoruz, yaşayabilmek için sözleşmelerin uygulanması gerektiğini haykırıyoruz. Kapitalist sistem için bir değerimiz yok. Bir sokak başında ya da bir fabrikada bant başında ölebiliriz, belki tarlaya çalışmaya giderken ya da evde açlıktan, belki de koronadan. Bunun hiçbir önemi yok.
Peki özgürlük ve yaşam taleplerimizin çözümü nerede? Karşımızda her gün her fırsatta bizlere saldıran bir sistem dururken bu sisteme karşı çözümün sözleşmelerden geçmediğini yaşamlarımızdan görüyoruz. Elbette kazanılmış tüm haklarımızı faşizmin saldırılarına karşı savunacağız, ama çözümün bu sistemi yıkmaktan geçtiğini de her zaman ve her yerde söyleyeceğiz.
Çözüm yıllar önce Clara Zetkin’in gösterdiği yerde, “Görevimiz faşizmin yok oluş sürecini hızlandırmak ve faşizmi yıkmaktır. Bugünün kaotik koşullarını aşmalıyız: Hep beraber ‘İradem ve gücüm var. Ben mücadele ve zaferim. Gelecek bana aittir.’ diye haykırmalıyız.”
Seher Dursun
(Dünyaya Başkaldırıyoruz, 4. sayı)
Comments