Ana Tanrıçanın Kızlarıyız
- Dünyaya Başkaldırıyoruz
- 28 Ağu 2019
- 3 dakikada okunur
Gece dolunay pırıl pırıldı… Uzun süre bir ışık halesi gibi denize vuran yakamozu izlemekten kendini alamamıştı. Duyguları karmakarışıktı. Ama çıkması gerekiyordu bu garip halden, biliyordu. Hayatı bir film gibi geçerken gözlerinin önünden nereden nereye geldiğini düşündü, daldı. Çıkamadı işin içinden. Değişik zamanlardı ve toplamalıydı kadınlarını, anlatmalıydı neler olup bittiğini ve neler olacağını. Oysa elini çekmemişti topraktan, saçlarını sürmüştü doğaya, ekinleri bol olsun diye dolunayda az gezmemişti tarlalarda. İsyanını içine gömdü; henüz erkendi. Gecenin hayrındansa sabahın şerri iyidir, dedi, uyuyan kabilesine baktı, totem asasını üzerlerinden geçirdi. Sabah olsundu hayrolsundu.
Su uyanmıştı deli dalgalar vuruyordu dağın yamaçlarına. Toprak uyanmıştı, börtü böcek tabiat uyanmıştı. Günün ilk ışıklarıyla, doğayla birlikte uyandı. Uzun örgü saçlarından bir tutam kesti. Soğan kabuğu ve bir avuç sarımsakla çömleğin içine attı. Ateşi bırakıverdi çömleğin içine. Dumanı kuş olup dağılıverdi dört bir yana. Yayılıverdi çağrısı, dumanı görenler bildi belli ki bir hal var, bu çağrı kendisine idi. Dört bir yandan çağrıyı duyan kadınlar düştüler yollara. Dört bir yandan kadınlar daldılar rüyalara oysa bilmekteydiler, onlar topraktı, suydu, ağaçtı. Onlar yaşamdı. Ve yaşamı var edenler vardılar Ana Tanrıça'nın yamacına.
Kimisi Kybele dedi, kimi İştar, kimi İsis, kimi Rhea, kimisi Hera… O Ana Tanrıça idi adı ne olursa olsundu, doğurganlığın, bereketin simgesiydi. Tüm kadınlar beklemekteydi Kybele’yi, merakla neler söyleyeceğini.
Ana Tanrıça kadınları selamladı, başlığını çıkardı, asasını kenara bıraktı. Binbir güvenle, sevgiyle, bilgelikle sıkı sıkı örülmüş uzun örgülerini tek tek çözdü. Kadınlar çözülen her örgüyle ne kaybettiklerini görmüştü. Elleriyle var ettikleri, sevgileriyle işledikleri mutluluk ülkesi ellerinden kayıp gidiyordu. Her çözülen örgü bir isyandı. Emek verdiği, düzenlediği yaşamın gerisinde kalmak üzereydiler. Yaşam onlara çok şey borçluydu, onları var edenlerin üzerine çökmek isteyen başka güçler vardı. Ana Tanrıça her şeyi anlattı kadınlara. Kadınlar dinlediler, dinledikçe isyan ettiler, öfkelendiler. Soyları, kuralları, hayatları değişecek; bu değişime ayak uydurmayanlar öldürülecek ya da satılacaktı. Ana Tanrıça biliyordu, kadınlar buna asla boyun eğmeyecekti. Eteklerini kestiler, saçlarını çözdüler, isyanlarını giyinip, oklarını kuşandılar. Artık hazırlardı belki değişimin önüne geçemediler ama tarih onlardan bahsetti. Onlar dünyaya başkaldıran kadınlardı.
Tarih onlar gibi daha nice kadınlardan bahsetti. Nerede mi? Dünyaya Başkaldırıyoruz Kadın Kampı’nda...
Zeus Tapınağı’ndan kadınlara tepeden bakarken, sadece sevgisi ve iktidarı yüzünden kötü bilinen Hera'nın lanetlediği topraklara Türkiye'nin dört bir yanından geldi kadınlar. Kadının laneti kadına değil, onu itibarsızlaştırıp yok sayan erkeğe idi.
Çanakkale Küçükkuyu’da toplandılar Ana Tanrıça’nın etrafında toplanır gibi. Komünlerini kurdular. Yaşamlarını, onları var eden geçmişlerini bugüne taşıyıp açtılar. İlkel komünal dönemden, feodal topluma kadar irdelediler. Ne çok bedel ödemiştik! Ne de çok yakılmıştık yaşamak için! Tarih zengindi ama kadının tarihi satır aralarında gizliydi. Her gün bir satır arası açıldı, irdelendi. Eğitim, sanat, üretim her şey iç içeydi. 21 yy.’da ilkel komünalin üretken, paylaşımcı yaşamı sergileniyordu. Derin sohbetler, araştırmalar, el emeği ürünler, kolektif yaşam... Ütopyalarda imkansız kılınan yaşanıyordu. Bu da bizim ütopyamız, Dünyaya Başkaldıran Kadınlar’ın…
Latin Amerika devrimlerinden, sosyalizm deneyimi Küba’ya gittik. Gezilip görülecek çok şey vardı. Kamp bizim ütopyamızsa Türkiye gerçeği distopyamızdı. Her gün kadınların öldürüldüğü, tecavüz edilerek katledildiği şiddet gördüğü gerçeği Küba insanına ne kadar da yabancıydı. Kutsal aileden neyin ne kadar kutsal olduğunu kadınlarımız kendi yaşamlarını anlatarak çıkardılar. Bilginin, teorinin doyumsuzluğuyla binlerce yıllık açlığını gideren kadınlarımız, teksek hiçiz, birlikteysek güçlüyüz, diyerek örgütlenme, birlikte hareket etme üzerine çıkarımda bulundular. Akşamları birlikte vakti daha değerli geçirmek adına bir kadının yaşamına tanıklık etmek için kadın filmlerimiz bizi yalnız bırakmadı. Hypatia ile köleci toplumu, din olgusunu ve yaşama yansımasının ağır bedellerini gördük. Bugün hayatımızda olan olgu için insanlar diri diri yakılmış, kadın bilimciler itaat etmediği için öldürülüp bedeni teşhir edilmiş. Kadının kadın olarak var olma mücadelesi her gün üzerine daha fazla bilgi ekleyerek, bilgelikle yoğruldu. Kadının toplumsal gelişmedeki rolünü yanlış algılayan feminizm üzerine tartışmalar su götürmez en keyifli konulardan biriydi. Aynı sınıfın kadınlarının sorunları, dertleri, istekleri ortak olabilirdi. Ve kadınlar ilerici sınıfın kadınları olarak kendi isteklerini ortaya koydu. Kadın mücadelesinde kendinden bahsettirmek isteyen, kanıtlama çabasında olan jineolojiye değinmeden geçemezdik. Tarihte, kadın mücadelesinde destek veren ya da teorinin oluşmasına katkı sunan hiçbir erkek teorisyene hakkını teslim etmemiş, mücadeleyi sırtlayıp götürmüş komünist kadınları jineoloji altında incelemek kadın mücadelesini ters okumaktı.
Kitabı düz tutup okuduğumuzda komünist kadın hareketinin ürettiği değerleri ve o değerlerin bugünkü yaşamımıza yansımasını görüyoruz. O nicelerden biri de Aysun Bozdoğan’dı. Onun gözlerine bakarak genç bir kadının yaşamak için bedenini ölüme yatırışını, cüretini ve yaşama tutunmasını paylaştık. Kadınca duygularımızla yoldaşımıza, kadın mücadelesine ay ışığını veren Baharımız'a yeniden merhaba dedik.
Yitirdiğimiz, uğurladığımız kadınlar bir değil, beş değil, beş bin değil. Binlerce milyonlarca kadın kendilerine dayatılan yaşamı, baskıyı kabul etmeyip ‘hayır’ dediği için öldürüldü. Bu hayır kadının ilk isyan kuşağını kuşanmasıyla başladı. Cadı olarak yakıldığında da vazgeçmedi. Devrimlerde öne geçmesini hissettiğinde öne geçmekten çekinmedi. Fransız Devrimi’nde, Paris Komünü’nde, Sovyet Devrimi’nde, Küba Devrimi’nde, Vietnam’da, Nikaragua’da, Ekvador’da, Kürdistan’da ve Türkiye’de…
Öne geçmekten, mücadeleyi daha yukarı taşımaktan başka çaremiz yok!
Biz Dünyaya Başkaldıran Kadınlar geçirdiğimiz bir haftalık kadın kampımızla ütopya denilecek bir yaşamın küçük bir kısmını hayata geçirdik. Teoriyle donandık, paylaşımla, pratikle güçlendik. Öfkemizi giyindik, isyanımızı kuşandık! Tarih bahseder mi? Bilemeyiz, ama bu kadınlar mücadeleye çok şey katacaklar.
Ana Tanrıça’dan bu yana erkekler bize 5000 yıllık borcunuz var; bunu hep hatırlatacağız!

Comments