top of page
Yazarın fotoğrafıDünyaya Başkaldırıyoruz

İstanbul Sözleşmesi Üzerine

Sözleşme Değil Sosyalizm Yaşatır


Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi, mağdurun korunması amacıyla hazırlanmış olan “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) 19 Mart gecesi Cumhurbaşkanının kararıyla feshedildi.


Sözleşme 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzalanmıştı ve ilk imzalayan ve onaylayan ülke Türkiye'ydi. Sözleşmenin feshi beraberinde hukuksuzluk ve anayasal hükümlere aykırılık teşkil ediyor olsa da, yeri geldiğinde faşizmin kendi burjuva hukukunu dahi tanımadan bir gece yarısı kararları alabildiğini görüyoruz.


Siyasal iktidar, 2011'den bu yana kendi onaylayan ve imzaya açan taraf olarak iptal edilmesine kadar giden süreçte defalarca sözleşmeye saldırdı. Sık sık dinci-gerici güçleri ile beraber kadınlara bir tehdit unsuru olarak sözleşmeyi ortaya koydu, ''kutsal aile''nin korunmasının karşısında bir engel olduğunu, milli ve ahlaki değerler ile örtüşmediğini söyledi. Geniş kadın kitlelerinin eylemlilikleri sonucu her defasında geri adım atmak zorunda kaldı. 2 Mart 2021'de İnsan Hakları Eylem Planı'nda kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin düzenlemeler eklendikten sonra İstanbul Sözleşmesi'ne olan saldırıların sona ereceği düşünülürken, aynı ay içerisinde sözleşme feshedildi.


Dinci-gerici faşist iktidarın, sözleşmeye saldırıları doğrudan geniş kadın kitlelerine saldırılarıdır. İstanbul Sözleşmesi, kadın sorununda sistemiçi talepler doğrultusunda oluşturulmuş en yetkin sözleşmeydi. Sözleşmelerin imzalanmış olmaları uygulanmaları demek olmadığı için, feshedilmeden önce de kadınlar sözleşme etkin bir biçimde uygulansın diye mücadele ediyordu. Fesih sonrası başka bir biçimde devam eden kitlesel mücadeleler, faşizmin tahayyüdünün çok dışında olmasa gerek geri adım gelmedi. Öyle ya, en ılımlı konuşmak zorunda olan sözcülerinin dahi boy boy kadın düşmanı sözler savurduğu, hamile kadının sokakta gezmesinden, kadınların kahkaha atmasından, içki içmesinden ve tabi sokakta yalnız yürümesinden rahatsız olan dinciler için tehlike arz eden sözleşme değil, sözleşmenin mücadelesi için sokağa çıkma cüreti gösterecek kadın kitleleridir. Zaten bir gece yarısı kararıyla iptal edebilme hakkını saklı tutarken, sözleşme etkin uygulanmadığı için kadınlar katledilmeye devam ediyordu. Tek dili Türkçe olan Kades, Kürtçe başvuruyu almadığı için korunmayan ve öldürülen Kürt kadınlar, koruma kararı bir türlü çıkarılmadığı için dönmek zorunda olduğundan kapı önünde öldürülen kadınlar, ihtiyadi tedbirler uygulanmadığı için göz göre göre katledilen kadınlar var.


Bu toplumsal koşullarda kadınlarla ilgili tahayyülü mutfak/kilise-camii/atölye olan dinci gericiler, kadınlara saldırırken 2 temel alıyor. İlki, şüphesiz yaşamın dışına iterek eve ve mutfağın ahmaklaştırıcı ortamına hapsetmek. Bunu ataerkiyi kullanarak işleyen egemenler; analığın kutsallığı, ev içi emeğin kadına yüklenmesi gibi toplumsal cinsiyet rolleri ile kadının ikincil konumunu pekiştiriyor ve geniş kadın kitlelerine asli görevlerinin bunlar olduğunu benimseterek bu kitlelerin yaşadıkları koşulları değiştirmek adına mücadele etme isteğini ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bu sayede, ataerkinin en temel savlarından biri korunuyor: Erkek evin ekmek getiricisidir, kadınların görevi ise ev içi emeğin ve yeniden üretim faaliyetlerinin (yemek, temizlik, çocukların bakımı vb.) tamamıdır. Böyle bir iş bölümü sonrası çalışan kadınların dahi evdeki yeniden üretimi tek başına üstlenmeleri müthiş önemlidir; kadınlar ikincil konumlarını farklı toplumsal ve sosyal koşullarda dahi terk etmeyi düşünmezler. Bu nedenle, emekçi kadınlar sınıf olarak ezilmeye ve sömürülmeye devam etseler de, sınıf bilinci ile bu durumun karşısında mücadele etme gerekliliğini göremezler. Daha güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılabilir, ''analık görevi''ni icra etmek için ayırmaları gereken zamanın karşılığı kat be kat fazla sömürülebilirler.

İşte tam bu noktada, hem toplumsal yaşamın içerisine sirayet ettirilen dinci-gerici düşüncenin işleyişini pekiştirmek için, hem de ücretlerin düşürülmesini gerekli kılan kriz ve buhran dönemlerinde kadınların ikincil konumlarına sadıklıkları kapitalistler için önemlidir. Bu koşullarda ''ailenin güçlendirilmesi'' işlenmeye başlar. Aile kurumunun içerisine sızabilecek her türlü ''riskli'' durum ortadan kaldırılmaya çalışılır.

Tam da bu noktada; İstanbul Sözleşmesi'nin feshi sonrası dinci gericilerin açıklamalarına bakmakta fayda var: Aile kurumunu bozmaya yönelik ilkeler barındırdığı ve aslımızı ve neslimizi ''ifsad'' eden, toplumu değerlerinden uzaklaştıran bir yerdedir. Bunları iddia etmelerinin altındaki birkaç somut örnek; süresiz nafaka, uzun boşanma davaları, çocuk haczi, islamofobi, zina serbestliği, genç evli yasağı vb.. Bunlar elbet dincilerin kendi söylemleri, yoksa genç evli yasağının kız çocuklarının zorla evlendirilmesi olduğunu, çocuk haczinin küçüğün yararına anne yanında büyümesinin faydalı sayıldığını vb. söylemeye gerek yok.



Toplumsal gelişmenin seyri içerisinde ''ailenin korunması''nın kadının korunması olmadığını, kadınların büyük çoğunlukla evlerde ve ailelerinden erkekler tarafından öldürüldüklerini göz önüne alırsak rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte bu durumda, kadın üzerinde din ile doğrudan kurulan baskının yeri çok büyüktür; kitleleri kontrol altına alır ve hesabı öldükten sonraya erteler. Kadınların sınıf bilinci ile her türlü sömürüye karşı başkaldırısı, bir sözleşmeden doğru gelse de özünde sözleşmelerin güvence altına alamadığı yaşamları sebebi ile kapitalizme karşıdır. Kapitalistler, bazı dönemlerde sürecin koşulları doğrultusunda ''ileri'' bir sözleşmeyi, yasayı yürürlüğe sokabilir, kadınların ya da diğer ezilenlerin yararına gözüken adımlar atabilirler. Ama sınıfsal konumları gereği, bu adımları atarken kendi içlerinde en geri yanları saklamaya ve beslemeye devam ederler. Yeniden kriz ve buhran dönemlerinde, bu en geri yanları açığa çıkarılır ve kitleler üzerinde yeni bir baskı mekanizması olarak vuku bulur. Bu nedenle, bugün Türkiye'de İstanbul Sözleşmesi feshi üzerine sokağa çıkan kadınlar, Arjantin'de kürtaj yasasını kabul etmediği için adalet sarayını basan kadınlar, Meksika'da kadın cinayetleri karşısında engelleyici adım atmayan hükümetten hesap sormak için mahkeme basan kadınlar, tüm dünyada artan grevler, ayaklanmalarda en ön saflarda mücadele eden kadınlar doğrudan kapitalizmin sunduğu geri hizmetler ve toplumsal/ekonomik ikincil konum ile yaşamayı kabul etmeyen, kendi talepleri ve düşleri doğrultusunda eyleme geçerek değişim yolunda sokağa çıkma cesareti gösteren kadınlardır. Kapitalizmin topyekün talanına kadınlar cephesinden bir başkaldırı gerçekleştiriyor. Bu, kadınları yaşatacak olan sistemin kapitalizmin içerisinde mümkün kılınamadığının ve burjuva yasalarının değil kadın mücadelesinin ve sömürü düzeninin ortadan kaldırılması ön koşulu ile toplumsal devrimin kadınları yaşatacak olan olduğunun bilinci ile harekete geçmektir. Dinci faşist iktidarın bu saldırılarının temelinde tekelci sermaye egemenliği ayakta tutma çabaları olduğu gibi, emekçi kadınların tam kurtuluşunun sosyalizm olduğu gerçeği açık bir biçimde görülmektedir. Bu mücadele, emekçi kadın kitleleri ile kadının kurtuluş hattının örülmesinin zeminini yaratacak, kapitalizm ve dinci-gerici faşizm geçirdiği büyük buhrandan sağ çıkamayacaktır.


Tarih, biz emekçi kadınları tam ve gerçek kurtuluş için sosyalizm safında mücadele etmeye çağırıyor.

Biz kadınlar, uygulamadığınız yasalar sebebiyle öldürülürken, yaşamlarımızı bir gece yarısı kararları ile riske alabileceğiniz bir sistemde yaşamamak için İsyan Ediyor, Başkaldırıyoruz!


ŞİMDİ KADINLARIN ÖZGÜRLÜK ZAMANI!


ŞİMDİ DEVRİM ZAMANI!


119 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page