Nevin: Bir kadının bu dünyada, kapitalist bir dünyada nasıl ayakta kalacağını anlatmaya başlayalım. Ayakta durduğu süreçte neler yaşıyor?
Eka: Kaç çocuk var?
Nevin: 3 tane kızım var.
En büyük 16 yaşında, ortancası 14, en küçük 12 yaşında ve bir kadın olarak hem eril dünya hem de kapitalist, faşist sisteme karşı tek başıma ayaklarımın üstünde durmaya çalışıyorum.
Bundan 6 ay önce bir mimarlık ofisinde yemek yapıyordum ancak orada görmüş olduğum psikolojik baskı ve mobbingden dolayı işimi bırakmak zorunda kaldım. Hemen ardından da iş bulma sürecinin ne kadar zor olduğunu gördüm. Çünkü çocuklu bir anne olarak aynı zamanda bütçen kısıtlı olduğu için bulabileceğin işin sana yakın olması gerekiyor. Maksimum sadece bir araçla gidip gelmen gerekiyor ki bütçeni yetiştirebilesin. Yakınlarda bir iş buldum, nalbur dükkanı ama aynı zamanda şirket.
Eka: Ne yaptın orada?
Nevin: Çay, yemek, temizlik. Günde 30-40 kişiye sürekli kahvehane gibi çay servisi yapıyordum. Git gel, git gel ve bunun karşılığında da gördüğün muamele aynen şu: “ Ya senin zorlanmanın sebebi yaşın, kilon, normalde genç biri asla zorlanmaz.” gibi saçma sapan yorumlar.
Eka: Yemek Yapıyor muydun orada?
Nevin: Yemek de yapıyordum. Ondan sonra o işten de çıkmak zorunda kaldım. Hemen yine yakınlarda olan kahvaltı ve restoran tarzı bir yerde iş buldum. Bu defa da işe gidip gelirken yolda devamlı kış olduğu için başı boş köpekler oluyordu. Her gittiğinde elinde sopayla bir yandan köpeklerden korunmaya çalışıp bir yandan iş yerine varmaya çalışıyorsun ve bunu iş yeri sahibine söylediğin zaman da “ Bir şey yapmaz, ne olacak ki” gibi bir küçümseme tavrı, umursamamazlık... Halbuki iki defa saldırıya uğradım o köpekler tarafından. Üçüncüsünde dedim artık yeter. Sırf aç kalmamak için yolda öleceğime evde açlıktan öleyim daha mantıklı.
Eka: Hangi bölgede buldun işleri daha çok?
Nevin: Daha çok Avcılar, Firuzköy civarında buldum.
Sonraki süreçte gelelim fabrikalara. Taşeron işçi olarak fabrikalara gidip gelmeye başladım. İlk girdiğim fabrika bir et fabrikasıydı. Sabah 8 işbaşı, 10 buçukta 15 dakikalık mola, 12 buçukta da 45 dakikalık yemek molası. İşçiler vardiyalı bir şekilde molaya çıkıyor ki birlikte oturup konuşamasınlar, örgütlenemesinler. Çünkü herkesin rahatsız olduğu bazı konular var ancak biraraya gelip konuşma cesareti olmuyor, ortam da oluşturulmuyor. Vardiyalı sistemin işleri kolaylaştırdığını söylüyorlar. Ama tamamen aslında işçilerin biraraya gelip birlikte bir karar almalarına ya da birlikte örgütlenmelerine engel olmak için kurulmuş bir sistem. Ve makineden daha hızlı olman bekleniyor sürekli. Ustabaşları, müdürle işbirliği içerisinde olan iki üç kişi devamlı işçinin tepesinde olup; “daha hızlı daha hızlı, siz hiç mi daha önce bu işi yapmadınız, diğer fabrikalardaki koşulları bir görseniz şükredersiniz, böyle bir iş nerede var” diye bir tutum içerisinde devamlı mobbing, psikolojik şiddet, baskı var. İşin enteresan yanı fabrika üretim paketleme işçisi, işini bitirdikten sonra da bütün fabrikayı temizlemek zorunda kalıyor. Bir taşla iki kuş vuruyor patron. Hem üretim bölümünde seni kullanıyor, emeğini sömürüyor hem de temizliğini bedavaya yaptırmış oluyor İşçilerin hiçbiri buna itiraz etmiyor. Çünkü bir birlik yok. Çünkü oturup 5 kişi konuşacak fırsat yaratılmıyor, ortamı bulamıyor.
Eka: İşçi neden bulamıyor biraraya gelme ortamını?
Nevin: Vardiyalı sisteme çevrilmiş ve iki işçinin konuştuğu görülünce işinize bakın konuşmayın diye hemen bağıran biri çıkıyor ordan.
Eka: Yemek saatleri de kısa...
Nevin: Yemek saatleri de hem çok kısa hem de vardiyalı olduğu için işçiler genelde zaten grup grup gönderiliyor. Öyle bir imkan bulunamıyor. Yani örgütlenmek neredeyse imkansız gibi bir şey, çok zor.
Onun dışında bir de mülteciler var, yabancı uyruklu işçiler var. Bizim tarafımızda olan işçiler bir kere sömürülüyorken onlar ekstra on katı sömürülüyor. Sürekli daha kötü bağırılıyor onlara, koşulları daha kötü oluyor. İşin enteresan tarafı işçi de ona aynı şeyi yapıyor. İşçi birliği, bilinci olmadığı için hani ben de sömürülüyorum o da sömürülüyor o da insan. Ona hemen yabancı muamelesi yapılıyor. Mesela bir işçi dönüp “ben burada çalışıp memleketime göndermiyorum ki” diyor. Burası benim ülkem gibi şovenist bir yaklaşım var. İşçinin kendisi tarafından onlar ekstradan eziliyor. Bir de bunun kadın boyutu var. Biraz güzelsen biraz dikkat çekiciysen ustabaşından tut müdüre kadar; “bu defa o kadını nasıl düşürsem, nasıl çeksem” gibi yaklaşımlar oluyor.
İki gün o et fabrikasında çalıştım. Taşeron işçi olduğumuz için ara ara çalıştığımız fabrikalar değişiyordu. Sonra jelibona geçtim.
Orada dikkatimi çeken şivesinden Kürt olduğunu anladığım işçilere nerelisiniz diye sorduğumda geçiştiriyorlardı soruyu. Bunun anlamı nedir; orada ırkçı bir yaklaşımla da karşılaşıyorlar. O kadar korkutulmuş sindirilmiş ki işçi, artık Kürt olduğunu söylemeye çekinir olmuş. “Nereliysem oralıyım.” Ordulusu ben orduluyum diyor ama Amedlisi Diyarbakırlısı “nereliysem oralıyım” gibi geçiştirmeye çalışıyor. Kendini bir koruma çemberine alıyor. Bu da çok kötü bir yönü.
Şimdi bütün bunlar karşısında bir kadın dediğim gibi ne yapmalı? İşçi bir kadın ne yapmalı? Dünyaya başkaldırmaktan başka ne gibi bir çözümü var? Tek çözümü aslında dünyaya başkaldırmaktır, birlikte başkaldırmak.
Şöyle bir örnek vereyim, jelibon fabrikasında çay molası yoktu sabah, öğlen molası da 15 dakikadır. 15 dakikada bir sigara içen bir işçiyi düşünün, 15 dakikada sen 3. kata çıkıp yemeğinin sırasını bekleyip yemeğini alıp yiyeceksin misin, sigara mı içeceksin, lavaboya mı gideceksin, su mu içeceksin? Hiçbirini yapamazsın. Bunlardan birini seçmen gerekiyor. Seçtiğin bir tanesini de yarım yamalak. Ama ne oldu? Dedim ki şikayetçi misiniz bu durumdan, tabiki diyorlar, yetmiyor bize, o zaman neden bir şey yapmıyorsunuz. Ne yapabiliriz ki geç kalındı. Hayır dedim şu anda 20 kişiyiz. Bekleyin 20 dakika bekleyin onlar 15 dakika dedi ama 20 dakika bekleyin. Gittik, gittiğimizde de 1 kişi değiliz, 20 kişiyiz. Söyledikleri zaman bir şey, diyeceğiz ki yetmiyor; kKoşullar uygun değil ve öyle yaptık. Aradan iki gün geçti hem sabah molası verdiler çay molası, hem de 15 dakikalık yemek molası 40 dakikaya çıkarıldı. İşçiye bunu anlatabilmek lazım aslında.
Eka: Bunu göstererek anlattınız.
Nevin: Evet. İşçinin çaresiz olmadığını anlatmak gerekiyor bir nevi.
Eka: Çarenin de kendi elinde olduğunu.
Nevin: İşçi biraz umudunu yitirmiş durumda. Çünkü bir birlik sağlayamıyor ya kimse bunun için bir çaba da sarf etmiyor. Ne oluyor orada kendini mahkum, buna mecbur hissediyor. Ben bundan başka bir yerde çalışamam, diye. Halbuki onun emeği yoksa oradaki işyeri hiçtir. Onun emeği üzerinden var o işyeri. Bu koşullar altında işçi, kadın işçi özellikle bütün dünyaya başkaldırmalı ve bu düzeni yerle bir etmeli tek kurtuluş budur.
Eka: Teşekkür ederiz.
Nevin: Ben teşekkür ederim.
Comments