top of page

Bilyeler


Annem kardeşimi yeni doğurmuştu, henüz evin bütün işlerini göremiyordu. Kardeşim kırmızı suratlı pembe dudaklı el parmakları upuzun olan bir bebekti. Henüz ismi konulmamıştı. Herkes ya bebek ya da kardeşin diyordu... Benden birkaç yaş büyük komşumuz vardı adı Diyanet'ti. Annesi şeyh kızı, babası imamdı. Aynı zamanda toptancı bakkal işletiyordu babası. Topal, biraz aksayan bir de abisi vardı. Dik dik bana bakardı bazen. O zaman anlayamadığım bir karın ağrısı hissederdim... Diyanet'in annesi annemi ziyarete gelmişti o gün. Diyanet sessiz bir kızdı neredeyse hiç konuşmadan oynardık, Diyanet'in elinde bir paket vardı içinde bir sürü uzun renk renk kalemler vardı. Çok merak ediyordum kalemleri, onlara dokunmaya onlarla oynamaya can atıyordum. Ama Diyanet onları paketten çıkarmadan sürekli elinde taşıyordu...


Günler akıp gidiyordu bizim bebek biraz büyümüş, ama sık sık ağlıyordu annem hep yorgundu. Abim biraz daha büyük olduğu için dışarı tek başına çıkıyor uzak mahallelere gidebiliyordu. Bazen peşinden ağlıyordum ama beni yine de götürmüyordu. Ben de ona beni oyun oynamaya götürmediği için zıt davranırdım. Bazen bilyelerini saklıyordum abimin. Şeffaf camın içinde renk renklerdi. Bilyelerin şekilleri bana Diyanet'in kalemlerini anımsatıyordu... Her gün biraz daha çalıyordum bilyelerden, abim hiç anlamıyordu. Kimse yokken çıkarıp avucuma alıp sesler çıkarıp güneşe tutuyordum mavi yeşil renge bayılıyordum. Güneşte oluşan renkleri bebeğe anlatıyor, bilyeleri birbirine vurup ses çıkarıyordum. Bebek önce kocaman gözlerini açıp şaşırıyor sonra hareketlerime gülüyordu. Bebeği çok seviyordum beraber gülüp kahkaha atıyorduk. Ben bebekle uğraşırken annem de evin işlerini görüyordu. 


Bir gün Diyanetlerin balkonunda oyun oynuyorduk. Evleri biraz ilginçti. Müstakil gibi görünüyor, üç odası, küçük mutfak, banyo ve kocaman holü vardı; ama balkon kısmından aşağıya inen bir merdivenle bodruma iniyorlardı. Burada evin fazla eşyaları, bakkalın malzemeleri bulunurdu, bir de yarım kalmış bir kilim dururdu. Diyanetin babaannesi hastalanmadan önce kilim dokurmuş. Kilimin kırmızı, yeşil, sarı ipleri hala takılıydı tezgaha. Kadın ölünce kilim de öylece kalmış... Diyanet'in annesi bodrumdan birkaç kez bir şeyler çıkarırken bizden yardım istemişti, siz kapıyı tutun kapanmasın der girerdi bodruma. Biz de kapıyı tutardık. Ben içeriyi merak eder kafamı içeri sokar bakınırdım. Tuhaf, kötü, eskimiş eşya kokuları duyardım, zifiri karanlık olurdu, içeriye mumla girilirdi, bir köşesinden nereyi gördüğü belli olmayan küçük yuvarlak bir ışık sızardı içeri. Diyanet'in annesi işini bitirip çıkarken bize de yuvarlak pembe beyaz şekerler çıkarırdı. O kötü yerden nasıl bu kadar güzel bir şey çıkardı şaşırırdım. Biz de birbirimize bakar bayıla bayıla yerdik şekerleri...


Sonunda bizim bebeğe bir isim konulmuştu. Yazın en sıcak aylarında doğduğu için babam Havin koydu adını kardeşimin. Artık bebek değil Havin diye sesleniyordum, aylar geçiyor Havin büyüyordu, artık gözleriyle beni takip ediyor arkamdan sesler çıkarıyordu. Ben de değişik sesler hareketler çıkarıp onu güldürmeye bayılıyordum...


Artık havalar değişmeye başlamış son bahar geçmişti, pek dışarı çıkamıyorduk. Annem onlara gitmeme izin vermediği için Diyanet ile de görüşemiyorduk neredeyse. O da çok az gelirdi bize. Güneşli bir günde kapının önünde oynuyorduk Diyanet'le. Ben annemin bezlerden yaptığı bebeğimi götürmüştüm. Oynarken Diyanet'le bir karar verdik, o bana kalemlerini verecek ben de ona bilyeleri verecektim. Bilyeleri almaya eve gittim. Havin uyuyordu annem de yanında uyuya kalmıştı. Onları uyandırmamak için sessiz hareket ediyordum. Bilyeler elime sığmadığı için poşete koymuştum. Diyanet'i balkonda bekliyordum. Bodrum kapısı açıktı, içerden Diyanet'in abisinin sesini duydum, "Diyanet içerde, sen de gel" demişti. Heyecanla kapıya yaklaştım, mumla aydınlatılmıştı merdivenler, ama daha ilerisi görünmüyordu. Bir daha seslendi "Gelsene, gel de al kalemleri." dedi, ben kendi evimize doğru baktım durduğum noktadan evimizin kapısı görünüyordu. Diyanet'in sesini duydum, bu sefer tezgahın arkasından sesi geldi. İlk merdiveni indim kalbim hızlı hızlı atıyordu sonunda kalemlerle oynayabilecektim. Merdivenlerin son basamağında Diyanet yanımdan hızlıca geçti. Bilyeler elimden düşerken poşet yırtıldı, ses çıkararak yayıldılar her tarafa. O hızlıca çıkarken mum söndü, kapı kapandı. Zifiri karanlık kapladı her yeri. Ses yok, ışık yok, merdivenlerin yolunu bulamıyordum. Birden arkaya sürüklendim. Bir yandan da ağzımı kapatıyordu bir el, nefes almakta zorluk çekiyordum. Gözlerimi kocaman açmıştım sanki yerinden fırlayacaktı ama gene de bir şey görmüyordum. Ayakkabılarım çıkmıştı ayağımdan, yerler ıslak gibiydi. Bir el vücudumun her yerinde dolaşıyordu. Garip hırıltılı sesler çıkarıyordu. Pantolonumu çıkarıp yüz üstü yatırdı, çıplak bedenim ıslak soğuk yerlere deyince üşüdüm, buz gibi kesildim. Kendi pantolonunu çıkarırken kaçtım, kaçabildim. Karanlıkta sağa sola çarpa çarpa önümü görmeden kaçıyordum. Ellerim boşluğa dokunuyordu sanki, yolumu bulamıyordum, artık nefes alamıyordum. Düştüm, sonra kapı açıldı, ışıkla beraber Diyanet'in annesi göründü. Çığlık atıyordu, gözüm kapandı. Gözümü açtım kolundaydım, merdivenleri çıkıyordu. Bir daha kapandı gözlerim... Gözlerimi bir daha açtığımda ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama onları bir daha asla görmedim.


Yaşadıklarımın adı neydi? Ne oldu da hafızam her şeyi, herkesin ismini sildi beynimden? Çok uzun yıllar sonra sadece Diyanet'in ismini hatırlayabildim. Yıllar geçmesine rağmen hala gördüğüm tek kabusum gözü olmayan hayaletler… Karanlıkta boşluğa çıplak ayaklı bir çocuk kaçıyor, gözsüz hayaletler bulurken ter içinde uyanıyorum...

Rabia Can

Comments


EKA3-01.png

dünyaya başkaldırıyoruz!

© 2023 by RAFTER'S. Proudly created with Wix.com

bottom of page