top of page

Eşitlik Üzerine



Kapitalist burjuva dünyasında kadınla erkeği eşitleyecek en yüksek olgu, yasa metinleridir. 20.yy boyunca bu yasa metinleri -elbette başta kadınlar olmak üzere, toplumsal isyanlar ve devrimlerin zorlayıcılığıyla ulusal ve evrensel ölçüde giderek yetkinleştirilmiştir. Kadınlar, yazılı tarihin başından bu yana -sosyalist toplumu bir yana koyarsak- ilk defa burjuva hukuk açısından olabilecek en üst düzenlemelerle, ama burjuva dünyasının anlayışına uygun olarak kağıt üstünde eşitliği sağlamıştır. Zaten onun sağlayabileceği bütün eşitlik kağıt üstündedir, tıpkı İstanbul Sözleşmesi gibi.


Bütün görkemi kağıt üstünde olan eşitlikten kadınlara düşen şey gerçek yaşamda köleliğin sürdürülmesidir. Bu, işçiyle patronun eşitlendiği yasa metinlerinin aldatmacası gibidir. Yasalara göre tüm insanlar eşittir, eşit haklara sahiptir ama patronun elinde bulundurduğu güçle işçinin canına okuyacak koşullara sahip oluşu burjuva hukukunu ilgilendirmez. Haliyle kadınların yoksulluğu, ücret eşitsizliği, sömürüsü, baskı-şiddet, taciz, tecavüz, cinayet yani akla gelen bütün her türlü sorunda burjuva dünya çözüm olarak erkeğin cezalandırılması (ne kadar olabilirse) ve yasa metinleri düzenleme işine girişir, sorunun kökenine asla dokunmadan... Onun çözüm anlayışı da eşitlik gibi kağıt üstündedir. Çünkü başka türlü bir çözüm kapitalist sınıfın çıkarlarıyla da, onun maddi temelleriyle de uzlaşır değildir.

Başka türlü bir eşitlik, yani gerçek toplumsal eşitlik, kapitalizmin gerçekleştirebileceği bir çözüm olmadığı için, kapitalizm sürdüğü sürece kadın-erkek eşitliği bir büyük hayal olarak kalacaktır. Ancak, bugün emekçi kadınların ulaşmak istediği, en azından olmasını talep ettiği, hayal ettiği, kendine yakıştırdığı gerçek toplumsal eşitlik ile burjuva hukukunun görkemli sözleşmeleri-yasa metinleri üstünde kalan eşitlik çatışma içindedir.


Devrimci proletarya, kadın-erkek eşitliğini toplumsal bir sorun olarak ele alırken, burjuvaziden farklı olarak toplumsal eşitlik üzerinde durmuştur. Tarihte devrimci bir sınıf, kendinde bir sınıf olarak ortaya çıktığında, proleter aile biçimine de uygun olarak, eşitliği yasal düzenlemelere bırakmadan kendi mücadelesinde gerçekleştirmeye girişmiştir. Proletarya çocukluk dönemini arkada bırakıp örgütlü, devrimci bir sınıf olarak kapitalizmin karşısına dikildiğinde emekçi kadınlar sendikal ve siyasal işçi örgütlerinde aşağıdan yukarıya kadar her yerde erkekle birlikte aynı hak ve ödevler çerçevesinde yer almıştır. Ki tarihin o döneminde burjuvazi kadınlara giyotin yolunu açık bırakmış ama daha tam olarak yurttaşlık, siyasal haklarını hala vermemişti, hatta evlilik üzerinde bile sözü yoktu. Kimi Avrupa ülkelerinde işçi toplantılarına kadınların katılmasını yasaklıyor, uygulanması için (yasağın) polisleri devreye sokuyorken, işçiler kadınları gizli veya açıktan toplantılara katıp özgürce konuşmasını sağlayıp, başkan seçiyor, eşitliği fiili olarak ortaya koyuyordu. Genel olarak kadınların burjuva parlamenter sistemlerde oy haklarını elde etmeleri uzun ve zorlu bir mücadeleyle gerçekleşirken, işçi sınıfı kadınla erkeği fiili olarak eşitlemişti ve dünyadaki ilk gerçek “işçi devleti”nde bu eşitliği yalnız kağıtta değil, toplumsal olarak gerçekleştirmek için harekete geçmişti.


Burjuvazi, özellikle faşizm aracılığıyla işçilerin örgütlenmesini her türlü yöntemle dağıtmaya, içini boşaltmaya çalışırken, açıkçası bundan en zararlı çıkan yine emekçi kadınlar olmuştur. Çünkü bu işçileri ve ailesini yalnızca iktisadi, siyasal bakımdan olumsuz etkilememiş, aynı zamanda emekçi kadınların hayatları da büyük tehlikeye girmiştir.


Burjuvazinin geçmişten devraldığı aile biçimi bir mülkiyet sözleşmesiydi. Bu, kendisi için hala geçerli olsa da, geniş emekçi yığınlar için ne büyük toprak mülkiyeti kalmıştır, ne üretim araçları mülkiyeti... Yoksullar için evlilik sözleşmesi, yoksulluğun görece iyi koşullarda sürdürülebilme, en fazla kişisel küçük birikimin veya ücretin idaresi olarak kalmıştır. Yani bilinen aile biçimini sürdürme nedeni geniş kitlelerde yıkılmıştır. Ancak, kadın-erkek ilişkisinde, kadınların kendi varlıkları ve çocuklarının geleceği kaygısını içeren iktisadi koşulların oluşturduğu nedenler olduğu gibi durmaktadır. Kadınlara, erkek üstünlüğüne katlanmayı dayatan iktisadi koşullara, dinci-faşizmin her türlü gerici-faşist söylemi ve uygulamaları, dört elle sarılınan “tanrı buyrukları” da eklenince kadın-erkek çatışması bir yanıyla en yukarıya çıkmaktadır. Dinci-faşizm tarafından adeta genel erkek cinsi, kadınlara karşı saldırıya kışkırtılmakta, desteklenmektedir.


En şahane yasal düzenlemelere, görkemli sözleşmelere karşın, her yıl daha fazla kadın katlediliyor, şiddet görüyor, yoksulluğun derin uçurumunda yaşıyorsa ve kadınlara karşı kıyımda, ev sokakları, karakol-mahkemeleri ve üniversite dekanlarından, fetvacılara, parlamenterlere kadar müthiş bir ortaklık içindelerse, bu artık tek başına kadın-erkek çatışması değil, kapitalizmin ve dinci-faşizmin kadınlar üzerindeki kıyımıdır.


O halde feminizm kadınlara tek sorumlu olarak erkeği gösterirken, erkek egemenliğini tekellerin, dinci-faşist iktidarından, tekelci kapitalizmden ayırarak, onları doğrudan sorumlu tutmayarak veya sözleşmelere, yasalara, uyarlarsa -sanki her şey bu kadarmış gibi- sorunun çözülebileceği umudunu vererek ne yapmaya çalışmaktadır? Feminizm kadınlara, kapitalist sistem içinde ataerkiye dair olan her şeyin temizlenebileceğine yönelik bir algı oluşturmaya çalışmaktadır. Böylece geniş kadın kitlesini politik iktidarın ele geçirilmesi sorunundan uzaklaştırarak -yani gerçek toplumsal eşitlik ve özgürlükten- bu sistemin devamına -köleliğe- hizmet etmiş oluyorlar. Ancak burjuva iktidara karşı bu açık veya örtülü desteği sürdürmekte ve kadınları sistemle uzlaştırmaya çalışmakta zorlanıyor, özgürlüğün önünde duramıyorlar da.


Bir cinsiyetin anatomisi bile, kadın kitlelerine pratikte başka bir şey anlatıyor. Tıpkı Şili’de gözaltına alındıktan sonra tecavüze uğramış ve öldürülmüş olan kadının cinayetinde olduğu gibi. (intihar olduğu ileri sürülse de bu bir cinayettir.) Ve ardından yapılan şarkının anlattığı gibi bu “cinayet”ler, “kutsal-saygın” ortaklıklarla işlenmiş ve aynı “kutsal birlik” tarafından üstü örtülmek istenmiştir. Öldürülen tüm kadınlar için yapılan gösteri ve şarkının faşizme ürkütücü gelmesi, gerçeğin hiçbir bulanıklığı kabul etmemesi ve kadınları ayağa kaldırmasıdır. Bu cinayetleri, kışkırtan, uygulayan, zemin sağlayan faşizm ve kapitalizm yenildiğinde erkek egemenliği de yenilecektir.


Yüzlerce devrimci, komünist kadının zindanlara atıldığı, binlercesinin soruşturmaya uğradığı, milyonlarca kadının yoksulluk, işsizlik içinde çırpındığı, her yıl yüzlerce kadının vahşice katledildiği, hiçbir devlet kurumunda ciddiye alınmadığı, gösterilerine saldırıldığı, her yerde baskı ve şiddete maruz kaldığı bir ülkede kadınlar, faşizmi, kapitalizmi ve onların beslediği hayatta tutmaya çalıştığı erkek egemenliğini -yoksa kendinden menkul bir erkek egemenliği yoktur- hedef tahtasına koymadan, gerçek toplumsal eşitlik ve özgürlük yüzü göremez.


Öte yandan gelişmenin en önemli ayağı kadınların, özgürlük koşullarını dünden daha net ve kitlesel olarak görmüş olmasıdır. O nedenle kadınlar sokaklardan geri çekilmiyor. Yakın zamanda gördüğümüz küresel isyan dalgasında kadınlar, doğrudan kendi sorunlarının da bir devrim gerektirdiğini ifade ettiler. Bu güçlü bir yandır. Toplumsal gelişme erkek üstünlüğü/egemenliğini tarihin çöplüğüne atacak biçimde ilerlemiştir. Ve emekçi kadınlar mutlaka kazanacak, tarihte hak ettiği yaşamı kendi elleriyle mutlaka kuracaklardır.


Sena Demir

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


EKA3-01.png

dünyaya başkaldırıyoruz!

© 2023 by RAFTER'S. Proudly created with Wix.com

bottom of page