Kırmızı Pazartesi
Marquez’in romanı, dünyada çarpıcı bir etki yarattı. İnsanlara çarpıcı gelen, genç bir adamın cinayetinin bir kasaba halkının haberi, bilgisi içinde, önlemek için hiç kimsenin kılını kıpırdatmadığı, göz göre göre işlenmesinden ileri geliyor. Kırmızı Pazartesi, çıkacağı önceden bilinen ama engellenmesi için hiç kimsenin hiçbir şey yapmadığını anlatan bir deyim oldu.
Toplumsal ilişkiler verilirken, cinayetin işlenme biçiminin öne çıkarılması başka bir gerçeğin öne çıkarılmasını önlemiş perdelemiştir. Arka plana düşen kadının toplumdaki konumudur. Genç adam, kadını kuşatan, baskı altına alan, toplumsal gelenekler adına, kadının ezildiği ve eşitsiz durumda olduğu egemen toplumsal ilişkileri korumak ve sürdürmek için öldürülüyor. Kırmızı Pazartesi cinayeti, kadın üzerindeki toplumun baskısının bir sonucudur.
Gerçekte, kapitalist dünyada, toplumun gözleri önünde her gün, yüzlerce kadın, erkekler tarafından katlediliyor. Her gün yüzlerce kadın, erkekler tarafından öldürüleceğini söyleye söyleye katlediliyor. Toplum bunu biliyor ama yine de kadın cinayetleri devam ediyor bütün bunlar, kadınlar açısından bütün günlerin Kırmızı Pazartesi olduğunu, bir Kırmızı Pazartesi toplumunda yaşadığımızı yeniden, yeniden ortaya koyuyor. Kadınlara yönelik nefreti, baskıları, şiddeti yoketmek için, bu sömürü ve baskı toplumunu ortadan kaldırmalıyız.
Burada bir gerçek, bir kez daha karşımıza çıkıyor: Toplumsal ilişkiler, toplumsal yapı, kadınla erkek arasındaki yeni ilişkiye dar geliyor. Toplumdaki geleneksel, ilişki ve geleneksel anlayış cinsiyetlerin yeni ilişki biçimi ve yeni anlayışla çatışma içinde. Kadın yalnızca geçmişten kalan sosyal ilişkilerin acısını çekmekle kalmıyor, kadının ezilmişliğini ve eşitsizliğini sürdüren bugünkü modern kapitalist toplumun varlığını sürdürmesinin de acısını çekiyor. O halde, bu toplumu havaya uçurmak, kadınların özgürleşmesinin ve insanca bir yaşam biçimine kavuşmasının ön koşuludur.
Toplumun Kendisini Değiştirmek
Juliet Mitchell, “Kadın ve Eşitlik” kitabında Mary Wollstonecraft için şu değerlendirmeyi yapar:
“İngiltere'de yaşadığı, anla Fransız Devrimi’nden esinlendiği için ikili bir konumda bulunan Wollstonecraft, toplum içinde bir değişiklik değil, toplumun değişmesini istiyordu.”
M. Wollstonecraft, her şeyin gelecekte iyi olacağını, savunur. Onun bakışında gelecek belirsiz olsa da, burjuva topluma karşı, hem de burjuva devriminin etkisinin geniş alanlara yayıldığı bir sırada, keskin eleştirel bir tavır alır. Bu sırada, bu değerlendirmeleri yapmak, herşeyin gelecekti iyi olacağını söylemek, ütopik gelse de, gelişmenin evrensel yasalarıyla uyumludur.
Reformist hareketler, bu toplumun içinde değişiklik peşinde koşarken, toplumun kendisinin değişmesini savunan Wollstonecraft'ın çok gerisinde duruyorlar.
Gelecekte her şeyin daha olması için bugünkü özel mülkiyet toplumunun temelden değişmesi gerekiyor. Eski toplumun yerini, daha ileri ve daha üstün bir toplumun, sosyalist toplumun alması gerekiyor.
Bu sömürü ve baskı toplumunu ne kadar eleştirirsen eleştir, yapılan tüm eleştirilere ve tüm teşhire rağmen, toplum varlığını sürdürür ve sürdürüyor. Tüm yalanları ortaya çıktığı tüm kötülükleri açığa serildiği, tüm yozluğu çok iyi bilindiği halde, bu toplum halen ayakta duruyor.
Yapılan hiçbir eleştiri, tarihin eleştirisinin yerine geçmez. Tarihin eleştirisi, eski toplumun yerine daha yüksek bir toplumun onun yerine geçmesidir. Tarihin eleştirisi, kitlelerin eylemlerine ve eylemlerin devrime dönüştürülmesine dayanır.
Kazanmak İçin Hangi Yöne Gideceğini Bilmelisin
1960’larda, kapitalizme karşı küresel isyan patlak verdi. Kadınların dünyaya başkaldırısı aynı dönemde başladı. Kadın hareketi, Türkiye’de 70’li yıllarda örgütlendi. Kadın hareketlerinin bazıları, bir süre sonra dağıldı. Fakat devrimci sosyalist hareketler mücadeleye devam etti. Bu dönem ortaya çıkan kadın hareketlerinin tarih içindeki yerini değerlendirirsek, şunu söyleriz: Kadın hareketi kadın kurtuluş kavgasına ve genel olarak emekçi sınıfın toplumsal kurtuluş mücadelesine itiş verdi. Genel olarak yarattığı devrimci sonuçlarla hareketi ileri götürdü.
Hareket geçen mücadeleli yıllar içinde, zengin deneyim elde etti. Deneyim, doğru sonuçlar çıkarılabilinirse, yeni mücadeleler için bir dayanaktır. Deneyimlerden çıkardığımız sonuçlardan biri, kazanmak istiyorsan, hangi yöne gideceğini bileceksin. Yönünü tayin etmemişsen, mücadeleyi daha ileriye taşıyamazsın. Çünkü o ilerisinin neresi olduğu belli değil. Bu ise şu demektir; kadın hareketi, kendi tam kurtuluş kavgasında, işçi sınıfı hareketiyle ve sosyalizmle ilişki kurmadan sonuç alamaz. Yönünü sosyalizme özgürlüğe çeviren her hareket devrimci sınıfla bağ içinde olmalıdır.
Görüş olarak iflas eden söyleyecek sözü olmayan reformist çevrelerce şu söz sıkça kullanılıyor; yeni bir yol açacağız. Sosyalizme ve devrime sırtını dönenler, devrimin güncelliğini kabul etmeyenler, yani temel devrimci hedefler için savaşmayanlar, kendilerine nasıl bir yol açarsa açsınlar, durumları değişmez. Ne yöne gideceğini bilmiyorsan, çizdiğin hiçbir yol seni sonuca götürmez.
Kitlelere Yapılan Çağrıların Yanıt Bulması İçin
Ne yöne gideceğini bilmiyorsan, örgütlü olman da seni sonuca götürmez. Bu durumda, kitlelere yapılan “örgütlenin” çağrılarının, hiçbir siyasal ve eylemsel değeri olmaz.
Kitlelere örgütlenme çağrıları sıkça yapılıyor: “Örgütlü olmadığınız sürece hedefinize ulaşamaz, hiçbir kolektif sorununuzu çözemezsiniz”. Kitlelere çağrı yapılırken, örgütlenme adına çağrı yapanların da, kitle hareketini kucaklayacak, ona bir yön verecek bir anlayışa ve konuma sahip olması gerekiyor. Kısaca, ancak gerçek anlamda devrimci olan bir örgüt, siyasi partinin yaptığı böyle bir çağrı anlamlı olur. Devrimci komünist parti, kitlelere çağrılarla yetinmez, doğrudan doğruya böyle bir çalışmanın içinde olur.
Mücadeleci kitlelere çağrı üstüne çağrı yapanlar, aslında, kendi durumlarını gözlerden uzak tutuyorlar. Mesela bir çoğu, Gezi sırasında neden mücadeleye bir yön veremedikleri halde kendi durumlarını gözden geçireceklerine, sadece örgütsüz insanlar yönünden sonuçlar çıkardılar. Bırakalım Gezi Halk Ayaklanmasını daha ileri götürmeyi, daha ilk günlerde, ayaklanmanın sona ermesi için çaba içinde oldular.
Dünyanın yakın tarihi kadınların isyanlarıyla dolu. İsyanın patlak verdiği her yerde, reformist kadın örgütleri anlayış olarak da, pratik olarak da eylemlerin gerisinde kaldılar. Mücadelenin gelişmesine ayak uyduramadılar. Ama bir an için, bu siyasi yapılanmaların, kitlelerin önemli bir kesimini örgütlediklerini düşünelim. Pratikte gördük ki, uzlaşmacı bir çizgide yürüyenler, daha kalabalık bir topluluğu devrimden uzaklaştıracak, sermaye partilerinin siyasi eklentisi haline getireceklerdir. Kitlelere yapılan örgütlenme çağrılarının yanıt bulması için, devrimci siyasi örgütlerin, gelişen hareketi etkileyecek ve onu hedefe götercek bir nitelik, kapasite ve beceriye sahip olması gerekiyor. Daha doğrusu, devrimci pratikten ve çok yönlü mücadeleden geçerek bu konuma doğru ilerlemelidir.
Bir Cinsin Ezildiği
Binlerce Yıllık Tarihi Sona Erdirmek
Bir cinsin ezildiği, binlerce yıllık köleliğin dağılmaya, yıkılmaya başladığı, kadınların ezilmesinin ve eşitsizliğin ortadan kaldırılacağı tarihsel koşullardayız. Kuşkusuz, özgürleşmenin koşullarının oluşması, bizi otomatik olarak özgürleştirmez. Bu sonuca kavuşmak için, dün uzun bir mücadele verildi. Yarın da bir dizi ayaklanmalardan geçilecektir. Bir cinsin ezildiği tarihi, toplumsal devrim ve bununla bağıntılı kadınların kendi kurtuluş kavgaları sona erdirilecektir. Kadınlar bugünden eylemlerle, kendi kurtuluş manifestolarını yazıyorlar. Yarın komünist toplumda kendi yaşam koşullarının özgür manifestolarını yazacaklar. Her kadının özgün (yani benzersiz) ve özgür kişiliği bu koşullarda tam bir gelişim olanağı bulacaktır.
Bir cinsin ezildiği, şiddete uğradığı, nefret edildiğ aşağılandığı bir toplum yozlaşmış bir toplumdur. Kadının eksiksiz özgürlüğü, toplumun bu durumdan kurtulmasının ön koşuludur. Kadının toplumsal eşitliği, kolektif ve bireysel özgürlüğü aynı zamanda toplumun daha ileri gitmesi demektir. İnsanlığı bugüne kadar büyük bir ilerleme gösterdiği bir gerçektir. Fakat bir cinsin ezilmişliği ve eşitsizliği sona erdiğinde insanlık daha ileriye gidecektir. Kadınların özgürleşmesi insani bir toplumun ve insani temelde ileriye gitmenin temel koşuludur.
Kapitalist Toplumun Kadınların İsyanını Kırma Çabaları
Kadınların, toplumu tehdit eden isyanları süreklilik gösterince, burjuvazi de toplum içinde değişiklik çalışmalarına hız verdi. Cumhuriyet gazetesi, iki kadının kadınların eşitsizliğinin devam ettiğini ortaya koyan bir çalışmanın haberini verdi. İki kadın araştırmacı, “iş, para, bilgi, zaman, güç, sağlık ve dijital alandaki eşitsizliğe dikkat çekiyor.
Bu türden çalışmalar yeni değil. Toplum, kadınların isyanlarını kırmak için dikkatleri, belirli olgulara çekiyor. Amacı, bu yolla, kadınların dikkatini toplumun kendisinden uzaklaştırmaktır. Bu bakışa göre sorun hak eksikliğidir. O halde mücadele esas olarak hak eşitliği üzerinde yoğunlaşmalıdır. Oysa asıl sorun, kadının bu toplumdaki toplumsal konumunun devrimci ve köklü olarak değişmesidir. Bu ise, toplumun radikal dönüşümünü gerektirir. Kadınların haklar bakımından en ileri gittiği ülkelerde de, hak eşitliği tam değildir, biçimseldir.
Kadın hak eşitliği hedefi öne çıkarılıyor, fakat, her gün yüzlerce ve dünya genelinde binlerce kadının yaşam hakkı ortadan kaldırılıyor. Bu, kadına nefret, aşağılama ve şiddet toplumu yerle bir edilmeden, ezilen cinsin durumu ağırlaşarak devam edecektir. Kadınlar bu sömürü ve baskı dünyasına başkaldırıyor, her yerde meydan okuyor, her alanda ateş açıyor. Ateş, bir cinsin ezildiği binlerce yıllık tarih yok olana kadar sürecektir.
Şimdi, bir cinsin ezildiği tarihe son verme zamanı.
Şimdi Kadınların Özgürlük Zamanı!
Comments