top of page
Yazarın fotoğrafıDünyaya Başkaldırıyoruz

Körlük

Güncelleme tarihi: 14 Nis 2020

JOSE SARAMAGO - KÖRLÜK



İnsanı insanla, toplumuyla ve aslında yazılı olmayan, insanın insanlaşmaya başladığı zamanlardan edine geldiği topluluk olma kurallarıyla yüzleştiren, hatta okurken insanın göğüs kafesini sıkıştıran bir kurgu-roman Jose Saramago’nun Körlük’ü.


Bir şey itiraf edeyim mi; böyle kitap anlatılarından hiç haz etmiyorum aslında. Çünkü; bir öykü yazarından çıkıp okuyucu ile buluştuğunda bile okuyanın zihniyle bir olup, yazan ilk kalemin verdiği hacimden başka bir hal almaz mı? Çünkü; artık başka bir zihin ve algı ile buluşup onun süzgecinden geçmiştir. Hal böyle olunca en makul yol yazarla okurun kurduğu ilişkiye müdahale etmemek. Müdahale olarak ifade etme sebebim şöyle ki; önce yorumu sonra hikayeyi okuyan açısından sanki şartlı bir refleks oluşuyor. Mesela; elinizde bir dostunuzdan aldığınız, kimi bölümlerinin altı çizilmiş, kenarlarına notlar alınmış bir kitabı okurken, altı çizili cümlelere, alınmış notlara gözünüz kaymaz mı? Eğer bu bir ders kitabı değilse işinizi kolaylaştırmak şöyle dursun, kitabı aldığınız dostunuzun zihninin kapısını hafiften bir aralama yoluna gidebilirsiniz . Bu tabii sübjektif bir görüş. Bunun ‘çoğaltan’ bir durum olduğunu söyleyenler de olabilir. Bu itirafı da yaptığıma göre kitaba dönebilirim.


Kitapta “Körlük” çarpıcı bir metafor olarak kullanılır Saramago tarafından. Ama okurken bu körlüğün gerçekten fiziksel mi yoksa vicdanı ve içsel yada toplumsal bir körlük olup olmadığını anlamdırmaya çalışırken, hikayenin kahramanlarından birine dönüşmüş bulabilirsiniz kendinizi. Çünkü sevgili yazarımız öyle sahici kurmuştur öyküsünü benim “dehşet” dediğim gerçeklikte bir bakmışsınız soluk soluğa kitabı bitiri-vermişsiniz.


Hikayemiz, adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde geçiyor. Ve hatta hikayedeki karakterlerimizin bizler gibi birer isimleri de yok. Kim kendi ismini kendi seçiyor ki zaten. Doğarken bizim yerimize karar kılınmış isimlerle yaşamıyor muyuz? Tabii o isimleri anlamlandırma işi deneyimlediğimiz yaşantılarımızla oluşuyor. Saramago, kahramanlarını fiziksel özellikleriyle, mesleki unvanları ile, kullandıkları bir eşyayı simgeleştirerek ya da ilişkilerinin birbirine yakınlığı ile okura anlatmayı tercih etmiş. İlk kör, ilk körün karısı, şehla çocuk, göz doktoru, doktorun karısı, siyah gözlüklü genç kadın, gözü siyah bantlı yaşlı adam, Gözyaşı yalayan köpek gibi kahramanları var kitabımızın.


Hikaye’ye, arabasında yeşil ışığın yanmasını bekleyen bir adamın ansızın kör olmasıyla giriş yaparız. Bundan sonra, O’nu ilk kör olarak anacak yazarımız hikaye boyunca. Trafik ışığı araçların geçişi için yanmasına rağmen, ilk kör yaşadığı körlük nedeniyle aracını hareket ettiremez. Ve, etrafına toplanan kalabalığın içerisinden, “iyiliksever yüce gönüllü” bir “adamcağız”, yardım etmeyi, gideceği yere kadar bırakmayı teklif eder İlk Kör’ümüze. Körlüğü’nün ilk çaresizliği içerisinde kabul eder. Ve bu “yardımsever adamcağız”, ilk körü evine bırakır. İlk körümüz yaşadığı olayın çaresizliği içerisinde adama hem teşekkür eder, ama bir yandan da korunaklı alanı olan evine davet etmez. Ve “yardımsever adamcağız”, yaptığı yardım karşılığı olarak, giderken ilk körümüzün arabasını da alıp gitmeyi kendine hak görür. Ve ilk kör bunu fark ettiğinde çok içerler duruma ve aldığı yardımın karşılığı olarak çok sevdiği arabasını kaptırır. Yardımseverimiz de bir hırsızdır zaten. Ve hikayeye; körlüğü’nün ilk çaresizliği içerisinde insanın insana attığı ilk kazık ile manidar bir giriş yapmış oluruz. Yazarımızın, okura hazırladığı dehşet verici örneklerin başında bu nedir ki? Okuru hazırlamak için yapılmış masum bir girizgah diyebiliriz buna.


İlk körün, körlüğünün hiçbir fizyolojik açıklaması yapılamaz. Zamanla adamın yaşadığı körlük, tedavi için gittiği göz doktoruna, klinikteki diğer insanlara kısacası adamın temas ettiği kişilere ve o kişilerin temas ettiği kişilere ve hızla kentteki diğer insanlara buluşmaya başlar. Körlük deyince aklımıza karanlık gelir ama burada yaşanılan körlük tam tersine bembeyaz bir boşluktur. Beyaz Körlük… Hikaye’deki kahramanlarımız körlüklerini böyle tanımlıyorlar.

“Belki de herşey gerçek kimliğine, körler dünyasında kavuşacak”.

Körlük artamaya başlayınca hükumet bazı tedbirler alır. Kör olan kişileri ve onlarla temas edenleri eski bir akıl hastanesinde ayrı bölümlerde karantina altına alırlar. İlk karantinaya alınan grubun içerisinde; körlük salgınından etkilenmeyen ve hikayemizin sonuna kadar da yazarın ısrarla etkilenmesine izin vermediği bir kişi vardır. Gerçekten kör olan bir dostumla (kendisine böyle denmesinde sakınca görmüyor, çünkü kör) kitap hakkında konuşurken; bana şöyle demişti: “bence yazar gözü gören bir karakteri, öyküsünü betimleme görevini üstlensin diye körlük salgınından muaf tuttu”. Belki de… Ama sadece betimleme gibi zor bir görev için olmamalı, daha zorlarını da yaşayacak ve taşıyacak kitaptaki gören gözümüz. Oysa ki; gören gözümüz, körlük salgınından etkilenen göz doktoru kocasını karantinada yalnız bırakmamak için, karantina için gelen devlet görevlilerine, kör olduğunu söylemek gibi masum bir yalanla çıkmıştı kocası ile karantina yoluna…


Hikayenin yürek sıkıştıran bölümleri Akıl Hastanesindeki karantina günlerinde başlıyor. Her türlü kepazelik mevcut. Kepazelik ne ki? Hafif kalır yaşananlar karşısında…

Körlük salgınını kontrol altına almaya çalışan devlet aygıtı, kendilerine cüzzamlı muamelesi yapar ve körlere tanınan alanın dışına çıkan olduğunda nöbet tutan askerler tarafından kurşunlanarak acımasızca öldürülür. Devletin varlığını, karantina ortamında, namludan çıkan, kör bedenlere saplanan kurşunlarla ve buyurdukları kuralları soğuk anonslar şeklinde duyuran bir buyurgan olarak hissederiz. Bu yanıyla, “devlet”i de sorgulatır okuyucusuna Saramago. Çözmeyen, iyileştirmeyen, tedavi etmeyen, sadece dikta eden ve zor yoluyla aslında “insanı” değil kendisini “insan”dan korumaya çalışan korkak bir gerçeklik olarak çıkar devlet aygıtı karşımıza.


Karantinaya alınan ilk grup, kendi içinde hayatı örgütlemek için bir düzen kurar zamanla. Örgütledikleri yaşamın içerisinde, ölülerini gömmek de vardır. Acı ve onur kırıcı, insanın öz benliğini örseleyici ne varsa yaşarlar bu Akıl Hastanesindeki karantina günlerinde.

Çarpıcı olan başka bir yan, yaşam organizasyonunu kadınlara yaptırır hikayesinde yazar. Hikayenin “gören gözü” de kadın olarak seçilmemiş midir? Açlık ve hayatta kalmak içgüdüsünün kıskacına giren insanlığın çürümesini, erkeğin vahşi ve onursuzca kadın bedeni üzerindeki egemenliği üzerinden kurgulamış yazarımız. Ve kadın bedeni üzerinden anlatılan çürümüşlüğün yarattığı toplumsal yıkımdan kurtulmanın yolunu da yine kadınlar eliyle açmıştır. Mesela; O lanet olası Akıl Hastanesinin yanıp kül olmasını bile bir kadın elinden kendi bedeniyle tutuşturup, özgürleşmelerini de bir kadına yaptırmış olması tesadüf olamaz. Hikayemizin Gören Gözü’nün, tüm kadınların ve hatta açlıklarını gidermek uğruna kadınlara tecavüz edilmesine göz yuman erkeklerinin bile intikamını alıp tecavüzcülerinin şah damarını parçalaması da bir tesadüf olamaz. Gören gözümüz kadındı çünkü.


Kitabı okuyalı çok olmadı, hikaye çok taze belleğimde. Kadın vurgusu ve karantinaya sıkışıp kaldım. Hani insanın göğsünü sıkıştıran bir hikaye demiştim ya yazının başında. Sıkıştı ve devamını okuyun diyorum. Biliyorum ki; her okuyan göz, körlüğün başka halini görecek.

Belki de hikayenin karantinadan sonrasını başka bir okuyucu anlatır ve birbirimizi tamamlamış oluruz. Kim bilir! Mesela yazarımızın yazım konusunda kullandığı tekniği, virgüllerle bölünmüş paragraflarını da bir başkası.


Tıpkı; “ Sen karanfile eğilimlisin/ alıp sana veriyorum işte/ Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel/ O başkası yok mu bir yanındakine veriyor/ Derken karanfil elden ele.” dizelerindeki Yer Çekimli Karanfil gibi.


“İyi ama bu zavallıları gözlerimle görmeyi sürdürmemi, her zaman gözümün önünde olmalarına, buna karşın onlara hiçbir yardımda bulunamamaya katlanmamı benden nasıl isteyebilirsin.” demişti hikayemizin gören gözü, canım kadın.


“Uzak geçmişte aynı düşünceler ve benzetmeler, toplumu oluşturan insanların yürekli iyimserliği sayesinde benzeri özlü sözlere dönüşmüş , örneğin eskiler günler geçer ama hiçbiri birbirine benzemez demişlerdi, yada biraz yazınsal bir deyişle , hiçbir mutluluk sonsuza kadar sürmediği gibi, mutsuzlukta geçicidir, demişlerdi ki, bu çok değerli özlü sözler , yaşam ve mutluluk konusunda insanlara madalyonun tersini de gösterecek kadar eskiydi ve körler ülkesinde söylenmiş olsaydı , herhalde , dün görüyorduk bugün görmüyoruz yarın yine göreceğiz biçimini alırdı , tabi cümlenin tınısı, bu güzel sözlerin yararlı sonuçlar vermesine karşın, insan aklı son anda o sonuçlara birazcık da umut katma tedbirliliğini unutmamış gibi , son bölüm de hafif bir soru vurgusu taşırdı .” demişti yazarımız Jose Saramago gören gözümüze.

24 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page