Bir oyunun olmazsa olmazıdır hikaye. Sanat ürünleri, ister öznel ister nesnel olsun bir hikaye barındırır mutlaka. Tiyatro bazından bakacak olursak, günümüzde üretilen oyunların artık birçoğu herkesin içinde bulunduğu durumdan ve ortak hikayesinden beslenmektedir. Anlatı oyunları da bu bağlamda, günümüzde oldukça popülerleşmektedir; hikaye anlatmak, alımlayıcının anlatılan hikayede kendini bulmasını ve sahnede gördüğüyle kendisini özdeşleştirmeden eleştirel bir yönden bakmasına yardımcı olur. Bu bağlamda, tiyatronun ele aldığı hikayelerden örnek verecek olursak; kadın hikayeleri güncelliğini politik olarak korumaktadır. Tüm bunlara örnek olacak, geçtiğimiz sezonda sahnelenen bir oyundan sizlere söz etmek isterim.
Seray Şahiner’in aynı adlı romanından uyarlanan ve İlham Yazar’ın yönettiği Antabus adlı oyun, Nihal Yalçın’ın tek kişilik performansıyla canlandırıldı.
"Ben, Leyla Taşçı. Bir kamyonetin arkasında tanıştım İstanbul’la. Derme çatma bir evde yaşadım, küçük yaşta çalışmaya başladım. Evlat oldum, kardeş oldum, eş oldum, anne oldum. Kendimden başka her şey oldum. Ben, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde denk geldiğiniz binlerce kadından biriyim... 'hayatımı yazsam roman olur' derler ya, öyle... Valla ..."
Böyle başlıyor Leyla Taşçı’nın hikayesi.
Köyden kente ailesiyle göç eden Leyla Taşçı, İstanbul’un “kirli” gerçeğiyle tanışır. Ailesi onu bir fabrikaya işçi olarak gönderir. Patronu tarafından tecavüze uğrar, hamile kalır, ailesinden gördüğü şiddet yüzünden düşük yapar, sevdiği insana inanır; aldatılır. İstemediği birisiyle evlendirilir, istemeden hamile bırakılır, alkolik kocası tarafından şiddete maruz kalır ve buna bir son vermek ister. Kendine iki “son” yazar Leyla; ya kocasını öldürecektir, ya da çocuklarıyla intihar edecektir. Alkol kullananlar için piyasada “Antabus” adında bir ilaç vardır; bu ilacın etkisi alkole olan isteği azaltır. Ancak ilaç bilinçsizce kullanıldığı zaman, zehirlenmeye neden olur. Dolayısıyla, Leyla’nın bu ilaçla ne yaptığını ve hangi “sonu” seçtiğini tahmin etmek çok da zor değildir. Üçüncü sayfa haberiyle tanınır Leyla. Yaşadığı hayatın zorluklarından, çektiği acılardan değil; işlediği cinayetten tanınır toplumda.
Oyun, konusu itibariyle gündelik hayatta kadına dair bütün meseleleri barındırıyor. Doğrudan doğruya kadının mağduriyetini ele alıyor. Bu durum, metinsel açıdan sorunlu olarak görülebilir. Kadın temsili açısından, mağdurluğu göstermek herhangi bir çözüme ulaştırmıyor. Metinde Leyla’nın adalet karşısında ceza almaması da bir çözümmüş gibi gösteriliyor. Şiddet görürken, tecavüze uğrarken Leyla’nın yanında yer almayan adalet, olan bitenden sonra onu “kurtarıyor”. Leyla’nın da bundan sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşaması isteniyor. Bu bağlamda oyunda, hukuk eleştirisi yapılmıyor. Daha doğrusu güne dair bir hukuk eleştirisinin olmadığını söyleyebiliriz çünkü çözüme götürecek bir durumdan söz edilmiyor ve yargıya güvenilir bir şekilde bakılıyor.
Sahne tasarımında, oldukça az öğeler kullanılıyor. Sahnelemede ışıkların fonksiyonu, hikayenin anlatımıyla destekleniyor. Dekorda yer alan televizyonun sesinden duyulan haberler, oyunun sonuyla ilgili seyirciyi ikilemde bırakıyor. Zaman zaman oyunun sonuyla ilgili bilgiler veriliyor ancak dedikleri üzere çocuklarını ve kendisini öldürmüyor, kocasının katili oluyor ve kendi hayatını “kurtarıyor”. Mahkeme de onu meşru müdafaadan serbest bırakıp, hayatına devam etmesini istiyor.
Bugünkü üçüncü sayfa haberlerinde Leyla’ya rastladık. Her gün birden fazla kadına rastlanıyor artık bu ülkede ve bu durum çözüme ulaşmadıkça normalleşmeye doğru devam eden bir hale geliyor. Leyla’nın meşru müdafaasından ötürü hayatta kalması, hukuk sisteminin bir lütfüymüş gibi gösteriliyor. Kadın hep mağdur, hep ezilen kesimde yer alıyor ve çözüme götürecek bir son yaratılmıyor. Kadın ya travmalarla dolu hayatında yalnızlaştırılıyor, ya da canından oluyor. Seyirciyi bu anlamda tamamıyla rahatsız edecek bir uyarlama sahnelenmiyor; seyirci koltuğunda “ah ah, vah vah” diyerek oyunu izliyor, oyun bitince evine gidiyor, sabah gazetelerin üçüncü sayfasında benzer haberleri okuyor ve gününe devam ediyor.
Antabus, Nihal Yalçın’nın anlatımıyla oldukça etkili bir şekilde sahneleniyor. Güne dair meselelerin eleştirel yönleri zayıf kalsa da, mevcut olan erk baskısını, şiddetini gösteren bir oyun olarak karşımıza çıkıyor.
Ceren Uyan
コメント